30 Aralık 2014 Salı

Yeni Yıl ya...

Birçok eşim-dostum gibi, mutluluktan zıp-zıp zıpladığım bir yıl geçirdim diyemem. ama geriye dönüp, hafızamı yokladığımda; öncelikle ailem olmak üzere, harika insanlarla dolup taşmış etrafım. Yıllar geçtikçe ve elimde yaşlılık benekleri arttıkça, özel günlere umut bağlanmayacağını öğrendim çoktan. O sebeple yeni yıldan da öyle deve yükü ile beklentilerim yok:) tabir-i caiz ise; 'gider eteri, gelir beteri' olmasın kafi:) Ancak her insanoğlu gibi Yaradan'dan dileklerim var tabi. En başta, evladımı büyüteceğim, evlatlarımızı büyüteceğimiz, gençlerin gelecek umutlarının köklendiği bu topraklarda artık parçalanıp, bölünmemek en büyük dileğim. Siyasi görüş, din, dil, ırk gibi kavramlar yüzünden içimizdeki hırs ve öfkenin kül olmasını diliyorum. Biliyorum ki bu hırs ve öfkenin sadece karşı olduklarımıza zararından ziyade, savunduklarımıza da bir katkısı yok. Kabul ediyorum, bende Budha veya Ghandi değilim. Ancak bu her gelen yeni yılla, gelen yeni yaş ve birikmiş yaşanmışlıklar öğretiyor adama bazı şeyleri. İkinci dileğim de ben dahil, herkesin gönlünden geçenlere kavuşması...
Sevgiyle yuvarlanıp, koca bir çığı oluşturabileceğimiz karlı günler diliyorum hepimize...
ve diyorum ki;
'benim hala umudum var
isyan etsem de istediğim kadar
inad etsem bile bırakmazlar sahibim var
benim hala umudum var
seviyorlar bazen soruyorlar
hayran hayran seyret ister katıl ister vazgeç

güzel günler bizi bekler
eyvallah dersin olur biter
boyun büküp önünde
ağlasam sessizce
şu garip gönlüm affolur mu?
bu firtina durulur mu?
benden adam olur mu?
korkarım, aşka zararım dokunur mu?

elveda sana yeter tamam
bitsin artık bu dram bu fotoroman
ham meyvayız hala koparmışlar dalımızdan

güzel günler bizi bekler eyvallah dersin olur biter
güzel günler bizi bekler eyvallah dersin geçer gider
bıraksam kendimi şöyle oh ne rahat
bu da geçer gülüm yaşamana bak

alınacak dersler var sorulucak sorular bu da geçer gülüm bizden bu kadar

benim hala umudum var
isyan etsem de istediğim kadar
inat etsem bile bırakmazlar sahibim var

5 Aralık 2014 Cuma

yeni yıl yaklaşırken

Yeni yıl yaklaşırken
Birkaç yıl öncesine kadar olduğu gibi, hala gece 12’yi dışarıda geçirmek için harıl harıl mekan arayan kaldı mı,
Piyango bayilerinin önünde hala uzun kuyruklar oluyor mu,
İndirimli hindi peşine düşen anneler hala var mı,
Aralık ayında tombala satışları patlıyor mu,
Ma aile bir araya toplanıp yemeli-içmeli masa hazırlığı yapılıyor mu,
Noel baba’nın varlığı ile ilgili şüphesi olan çocuk kaldı mı
Bilmiyorum…

Bildiğim tek şey herkesin hemfikir olduğu klişe:
Ne bayramlar eski bayramlar gibi, ne de yılbaşılar…
Ya cebinde paran yok
Ya bedeninde derman

Eskiden itin-kopuğun kopmasıydı,yılbaşı gecesi çıkmayanların bahanesi.
Şimdi, gel yorgun-argın, gömül koltuğuna, en fazla elinde bir bira en şahanesi.

Eskiden umuttu fakirin ekmeği.
Şimdi büyük ikramiye fiyatına satılıyor apartman dairesi.

Eskiden, masaların, en bilinen sürpriziydi hindi.
Gdo’su, antibiyotiği derken kanatlıdan da tiksinildi.

Eskiden senede bir gün tombalaydı tüm ailenin eğlencesi.
Şimdi, nev-i şahsına münhasır,herkesin elinde eğlencesi, iletişim engelli.

Eskiden masa hazırlamak, meze yapmak, misafir ağırlamak keyifti.
Şimdi ocağa çay koymak, büyük angarya gibi.

Noel Baba’ya gelince…
Televizyon reklamlarında dahi gözü yaşlı adamcağızın.
Çocuğun, sahip olduğu kudret ailesinin cüzdanında gizli
Ak sakallı dedenin getireceğini umut edip bu umuda tutunacak çocuk mu kaldı sanki…

Aralık 2014

18 Nisan 2014 Cuma

SEBEB-İ TEBESSÜM

SEBEB-İ TEBESSÜM

Yanında uyandığındır
Sabahlara
Neşeyle başlamanı
Minicik heyecanlarla
Hayata daha sıkı
Sarılma sebebin.
Getirdiği coşkuyla
Yaşama sevincini çoğaltır.
Yani;
Ya sebeb-i tebessümün
Ya da

Sebeb-i hüznündür

16 Mart 2014 Pazar

Anlayana....


Hani derler ya erenler;
Zamanla çoğalır diye güven,
Benim gönlümde, ilk günde
Dolu-dizgin sürer karşımdakine.
Hayat işte !
Olur ya bazen,
Fire verirse düşünce,
Kumaş kumaşa uymaz
Sırma sicimle bağlasan
Dikiş tutmadı mı tutmaz.
Erenlerin aksine;
Azalır itimat bende gitgide.
Gör, görmezden gelirim,
Yüze vurmak yerine
Güler, geçerim.
Bilirim, bilmezden gelirim:
Akacak kan damarda durmaz,
O andan sonra yoluma
Kırmızı kilim serilse olmaz.
Müsebbibi olmamak için,
Kangren olan gidişin
Lafımı ince eler, sık dokur
Dimağımda kevgire dönen güvenim
İnceldikçe incelirim.
Zaman akar, hayat uzar
Ortak yenen lokma
Gün gelir, küf kokar.
Muhatabım karşımda
Ya beni saf sanır;
Sabrımı sınar,
Ya da saygıdır dostluğun
Yegane temeli, bunu anlar.
Eşiğimden beri, sivri dil geri
Ya ayağını denk alır
Süsler geçmişi, geleceği.
Yada mıhlar maziye gönül defteri
Acı tatlı anılar kalır geri.


16 mart 2013

7 Mart 2014 Cuma

Leb'i görüp, leblebiyi bilmek...

Yok aslında birbirlerinden pek farkı… Az buçuk farkı olanlarda iktidarda uzun zaman yer alamadı. Ya kürsünün yolunu bulamadı, ya ‘…se bile..’ şarkısına takıldı kaldı. 1940’lı yıllarda ülkede kapitalizmin temelleri sağlamlaştırıldı. Deniz ve arkadaşları buna karşı çıktıkları için terörist diye kara urganda sallandırıldı. Devrin Başbakanı bilseydi otuz yıl sonra  terör başının ayrıcalıklara sahip olacağını, hiç yapar mıydı? 12 Eylül darbesiyle tüm sivil toplum kuruluşlarının köküne kibrit suyu atıldı. Atıldı ki; her birey kendini sürünün önemli neferi sanmalıydı. Süleyman’da aşırdı, milletin anası da, babası da… Nasılsa sürüyü oluşturanlar kimseye mal varlığının kökünü-kaynağını sormazdı. Özal’ın skandalları halkın sabrını taşırdı. Bağdat Caddesinde bulunan Zeynep’in dükkan kepenginin üstüne yazılan ‘Özal’ın zammından, Zeynep’in …’dan bıktık’ mesajı Türk magazin tarihine altın harflerle kazındı. Bir Isparta’lının getirip, prenslerin-papatyaların yerleştirdiği liberal ekonomi modeli Avrupa’dakiyle aynı olmadı. Bizimki daha çok istinat duvarsız inşaatı andırdı. Bu arada durmadı teknoloji de aldı başını. Amerika kuklası baş beyler ve hanımların yediği hurmalar, iki gazete manşeti olmaktan ileri gidemediğinden, gerilerini pek tırmalamadı. O devirde de vardı; tüm bunları görüp yazan-çizen, saysan sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen, yürekli gazeteci-yazar takımı. Küçük (!) fırça darbeleriyle ya gözlerine mil çekildi, yada hangi elleri ile yazdılarsa o elleri lav edildi.

Demek ki, o vakitler, ekilip-biçilmeye başlanan kontrolsüz, hormonlu, zirai ilaçlı gıdalar devlet adamlarının zekalarında bir bozulma yaratmadı kii; din-devlet işlerini harmanlayıp, taraflı özgürlük anlayışıyla halkı yönetmeye kalkmayı pek akıl edememişlerdi. Yapmaya kalkan da çabuk vazgeçti. Sam amcayı kızdırmadan, milletin suyuna-sabununa dokunmadan, birbirlerinin kirli çamaşırlarını kurcalamadan siyasi siyasi atışır görünüp; varlıklarını sürdürmüşlerdi. Önemli ayrıntı; yine o vakitler meşhur tatil köyü Fet-Club ülkede hatırı sayılırlar arasında bu kadar popüler değildi. Aynı zamanda TSK’yı oluşturanların kükremesinden de tırsmıyor değillerdi. Zira birçoğu bu kükreyişlerden nasibini almış, uzun süren sessizliğe gömülmüş, siyasi oyunlarına ara vermek zorunda kalmışlardı. Şimdilerde trend olan Küba’nın nasıl da kapitalizme direndiği ile ilgili görsellere ulaşmak da bu kadar kolay değildi. Sam amca aptal mı? Bizim gibi hormonlu meyve- sebzeyi mideye indirip, üstüne de iki porsiyon baklavayı çekip insülün direncine yenik düşmüyor elbet. Petrol ve madenden fakir; taşı-toprağı altın diye adlandırılmayan, iki yakayı bir eden boğazları olmayan Küba’ya elleşip ne yapsın? Direnişti, ambargoydu filan diye eyleşip gidiyorlar…

İstisnalar kaideyi bozmadığı için, dedim ya; yok aslında hiçbirinin birbirinden farkı. En belirgin farkları evvelden başa geçenlerin evlatları ‘leb demeden, leblebiyi’ anlardı…

Sumru Karabaş Kazdağ


1 Şubat 2014 Cumartesi

Başka var mıdır, bir ben miyim, bilmiyorum 4-5 yaşında aşık olan… ilk aşk! Ve ömür boyu süren bir aşk! Çocuktum, küçücük. Televizyona çıktığında koşup ekranı öpermişim, öperdim. Yarım yamalak hatırlıyorum. ‘Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’ tamamını ezberlediğim ilk şarkısı. Sonraları İtalyanca ve Fransızca şarkıları dahil hepsini ezberledim, hala ezbere hepsini bilirim. Ona duyduğum aşkın yanında bir şey midir, sanmam… Ergenliğimi de onun hayaliyle, ona duyduğum aşkla geçirdim. Odamın duvarları onun sözleri, resimleri ile kaplı. Sabah uyandığım ilk an, yatağımın ayakucunda asılı dev fotoğrafındaki gözleriyle göz göze gelirdim. Bilerek asmıştım posteri oraya. Güne onunla başlamak için… Onun yeri, kalbimde, ufacıkken kaybettiğim babamın, hiç olmayan ağabeymin, hatta sevgilimin yeriydi. Hayatta gereksinim olan herkesti benim için. E tabi bir gün ergenlik de bitti. Yeryüzünde kaç insan vardır koca kızken, bir gün mutlaka onunla evleneceğinin hayalini kurabilen? Ben öyleydim. Ben bir gün mutlaka onunla evlenecektim. Olmadı sekreteri olacaktım, o da olmadı hizmetçisi… İşin niteliği değildi benim için önemli olan. Önemli olan onun yakınında bir yerlerde olmaktı. Denedim de üstelik. Bir Pazar gazete ilanında sekreter aranıyordu Barış Manço için. İngilizce, Almanca tamamdı. Ama İtalyanca ? Cesaret edemedim ilana başvurmaya. Onun tarafından gelecek menfi bir cevaba hiç hazır değildim. Hiçbir zaman da hazır olmadım. Aşkı tarafında refüze edilmiş hissiyatını kaldıracak olgunluğa hiçbir zaman erişmedim. Yıllarca her akşam etüt odalarının camlarında, onun evine gelişini; her sabah evinden çıkışını bekledim. Bir el sallayabilmek için. Bana bir el salladığını görebilmek için. Öpücük gönderdiği günlerim bile oldu. Sonra bir cesaret evine gittim. Yanılmamıştım; inanılmayacak boyutta alçakgönüllü. Kütüphanesinde bizi ağırlayıp, limonata ikram edecek kadar, espriler yapacak kadar. Ekranda nasıl görünüyorsa öyleydi. Ne eksik, ne fazla…  İsmimin anlamını bilmediğim için sitem etti bana. Koca kütüphaneden indirdi sözlükleri buldu. Sterna Hirundo, Latincesi. Martı cinsi. Artık biliyorum, 27 yıldır ismimin anlamını bilerek yaşıyorum sayesinde.

Ben Barış Manço’yu çok sevdim. Beni tanıyan, benimle arkadaş-dost olan, yakınımda yöremde olan hemen hemen herkes bu sevginin büyüklüğünden etkilendi diyebilirim. Onlarda benimle birlikte sevdiler. Yıllar yılı herkes,onunla ilgili fotoğraf, makale, kaset, plak ne varsa taşıdı getirdi bana. Ama benim için içlerinde en kıymetlisi evine gittiğim gün, kendi elleriyle imzaladığı fotoğrafı. (kuşum boncuk en altını yemiş olsa bile)

Ölüm yıldönümünde adet edindim onun için bir-iki kelam etmeye. Ben onu ölmüş kabul etmiyorum aslında. Barış Çelebi ya o, gitti yine bir yerlere, belki de bu kez dönmemek üzere

Sterna Hirudo

7 Aralık 2013 Cumartesi

o çiçek...

Sevgin içimde
Bir çiçek
Sen sevdikçe
O Büyüyecek…
Ya her gün
Gönül şerbetinden
Bir damla düşecek
Ya da
Yazık
Buz gibi yürekte
Çürüyecek bu çiçek.

Elbet biziz
Mevzu bahis
Mazidekiler silinmiş
Meçhul geleceğimiz
Bu günü
Yarına eriştirmenin derdindeyiz.
Bugünden yarına
Yarından uzağa
Düşmeden tuzağa derken
O çiçek

Kim bilir daha kaç filiz verecek…