Birçok eşim-dostum gibi, mutluluktan zıp-zıp zıpladığım bir yıl geçirdim diyemem. ama geriye dönüp, hafızamı yokladığımda; öncelikle ailem olmak üzere, harika insanlarla dolup taşmış etrafım. Yıllar geçtikçe ve elimde yaşlılık benekleri arttıkça, özel günlere umut bağlanmayacağını öğrendim çoktan. O sebeple yeni yıldan da öyle deve yükü ile beklentilerim yok:) tabir-i caiz ise; 'gider eteri, gelir beteri' olmasın kafi:) Ancak her insanoğlu gibi Yaradan'dan dileklerim var tabi. En başta, evladımı büyüteceğim, evlatlarımızı büyüteceğimiz, gençlerin gelecek umutlarının köklendiği bu topraklarda artık parçalanıp, bölünmemek en büyük dileğim. Siyasi görüş, din, dil, ırk gibi kavramlar yüzünden içimizdeki hırs ve öfkenin kül olmasını diliyorum. Biliyorum ki bu hırs ve öfkenin sadece karşı olduklarımıza zararından ziyade, savunduklarımıza da bir katkısı yok. Kabul ediyorum, bende Budha veya Ghandi değilim. Ancak bu her gelen yeni yılla, gelen yeni yaş ve birikmiş yaşanmışlıklar öğretiyor adama bazı şeyleri. İkinci dileğim de ben dahil, herkesin gönlünden geçenlere kavuşması...
Sevgiyle yuvarlanıp, koca bir çığı oluşturabileceğimiz karlı günler diliyorum hepimize...
ve diyorum ki;
'benim hala umudum var
isyan etsem de istediğim kadar
inad etsem bile bırakmazlar sahibim var
benim hala umudum var
seviyorlar bazen soruyorlar
hayran hayran seyret ister katıl ister vazgeç
güzel günler bizi bekler
eyvallah dersin olur biter
boyun büküp önünde
ağlasam sessizce
şu garip gönlüm affolur mu?
bu firtina durulur mu?
benden adam olur mu?
korkarım, aşka zararım dokunur mu?
elveda sana yeter tamam
bitsin artık bu dram bu fotoroman
ham meyvayız hala koparmışlar dalımızdan
güzel günler bizi bekler eyvallah dersin olur biter
güzel günler bizi bekler eyvallah dersin geçer gider
bıraksam kendimi şöyle oh ne rahat
bu da geçer gülüm yaşamana bak
alınacak dersler var sorulucak sorular bu da geçer gülüm bizden bu kadar
benim hala umudum var
isyan etsem de istediğim kadar
inat etsem bile bırakmazlar sahibim var
LAF ARASI
30 Aralık 2014 Salı
5 Aralık 2014 Cuma
yeni yıl yaklaşırken
Yeni
yıl yaklaşırken
Birkaç
yıl öncesine kadar olduğu gibi, hala gece 12’yi dışarıda geçirmek için harıl
harıl mekan arayan kaldı mı,
Piyango
bayilerinin önünde hala uzun kuyruklar oluyor mu,
İndirimli
hindi peşine düşen anneler hala var mı,
Aralık
ayında tombala satışları patlıyor mu,
Ma aile
bir araya toplanıp yemeli-içmeli masa hazırlığı yapılıyor mu,
Noel
baba’nın varlığı ile ilgili şüphesi olan çocuk kaldı mı
Bilmiyorum…
Bildiğim
tek şey herkesin hemfikir olduğu klişe:
Ne
bayramlar eski bayramlar gibi, ne de yılbaşılar…
Ya cebinde
paran yok
Ya bedeninde
derman
Eskiden
itin-kopuğun kopmasıydı,yılbaşı gecesi çıkmayanların bahanesi.
Şimdi,
gel yorgun-argın, gömül koltuğuna, en fazla elinde bir bira en şahanesi.
Eskiden
umuttu fakirin ekmeği.
Şimdi
büyük ikramiye fiyatına satılıyor apartman dairesi.
Eskiden,
masaların, en bilinen sürpriziydi hindi.
Gdo’su,
antibiyotiği derken kanatlıdan da tiksinildi.
Eskiden
senede bir gün tombalaydı tüm ailenin eğlencesi.
Şimdi,
nev-i şahsına münhasır,herkesin elinde eğlencesi, iletişim engelli.
Eskiden
masa hazırlamak, meze yapmak, misafir ağırlamak keyifti.
Şimdi
ocağa çay koymak, büyük angarya gibi.
Noel
Baba’ya gelince…
Televizyon
reklamlarında dahi gözü yaşlı adamcağızın.
Çocuğun,
sahip olduğu kudret ailesinin cüzdanında gizli
Ak
sakallı dedenin getireceğini umut edip bu umuda tutunacak çocuk mu kaldı sanki…
Aralık
2014
18 Nisan 2014 Cuma
SEBEB-İ TEBESSÜM
SEBEB-İ TEBESSÜM
Yanında
uyandığındır
Sabahlara
Neşeyle
başlamanı
Minicik
heyecanlarla
Hayata
daha sıkı
Sarılma
sebebin.
Getirdiği
coşkuyla
Yaşama
sevincini çoğaltır.
Yani;
Ya
sebeb-i tebessümün
Ya
da
Sebeb-i
hüznündür
16 Mart 2014 Pazar
Anlayana....
Hani derler ya erenler;
Zamanla çoğalır diye güven,
Benim gönlümde, ilk günde
Dolu-dizgin sürer karşımdakine.
Hayat işte !
Olur ya bazen,
Fire verirse düşünce,
Kumaş kumaşa uymaz
Sırma sicimle bağlasan
Dikiş tutmadı mı tutmaz.
Erenlerin aksine;
Azalır itimat bende gitgide.
Gör, görmezden gelirim,
Yüze vurmak yerine
Güler, geçerim.
Bilirim, bilmezden gelirim:
Akacak kan damarda durmaz,
O andan sonra yoluma
Kırmızı kilim serilse olmaz.
Müsebbibi olmamak için,
Kangren olan gidişin
Lafımı ince eler, sık dokur
Dimağımda kevgire dönen güvenim
İnceldikçe incelirim.
Zaman akar, hayat uzar
Ortak yenen lokma
Gün gelir, küf kokar.
Muhatabım karşımda
Ya beni saf sanır;
Sabrımı sınar,
Ya da saygıdır dostluğun
Yegane temeli, bunu anlar.
Eşiğimden beri, sivri dil geri
Ya ayağını denk alır
Süsler geçmişi, geleceği.
Yada mıhlar maziye gönül defteri
Acı tatlı anılar kalır geri.
16 mart 2013
7 Mart 2014 Cuma
Leb'i görüp, leblebiyi bilmek...
Yok aslında birbirlerinden pek farkı… Az buçuk farkı
olanlarda iktidarda uzun zaman yer alamadı. Ya kürsünün yolunu bulamadı, ya
‘…se bile..’ şarkısına takıldı kaldı. 1940’lı yıllarda ülkede kapitalizmin
temelleri sağlamlaştırıldı. Deniz ve arkadaşları buna karşı çıktıkları için
terörist diye kara urganda sallandırıldı. Devrin Başbakanı bilseydi otuz yıl
sonra terör başının ayrıcalıklara sahip
olacağını, hiç yapar mıydı? 12 Eylül darbesiyle tüm sivil toplum kuruluşlarının
köküne kibrit suyu atıldı. Atıldı ki; her birey kendini sürünün önemli neferi
sanmalıydı. Süleyman’da aşırdı, milletin anası da, babası da… Nasılsa sürüyü
oluşturanlar kimseye mal varlığının kökünü-kaynağını sormazdı. Özal’ın
skandalları halkın sabrını taşırdı. Bağdat Caddesinde bulunan Zeynep’in dükkan
kepenginin üstüne yazılan ‘Özal’ın zammından, Zeynep’in …’dan bıktık’ mesajı
Türk magazin tarihine altın harflerle kazındı. Bir Isparta’lının getirip,
prenslerin-papatyaların yerleştirdiği liberal ekonomi modeli Avrupa’dakiyle
aynı olmadı. Bizimki daha çok istinat duvarsız inşaatı andırdı. Bu arada durmadı
teknoloji de aldı başını. Amerika kuklası baş beyler ve hanımların yediği
hurmalar, iki gazete manşeti olmaktan ileri gidemediğinden, gerilerini pek
tırmalamadı. O devirde de vardı; tüm bunları görüp yazan-çizen, saysan sayısı
bir elin parmaklarını geçmeyen, yürekli gazeteci-yazar takımı. Küçük (!) fırça
darbeleriyle ya gözlerine mil çekildi, yada hangi elleri ile yazdılarsa o
elleri lav edildi.
Demek ki, o vakitler, ekilip-biçilmeye başlanan kontrolsüz,
hormonlu, zirai ilaçlı gıdalar devlet adamlarının zekalarında bir bozulma
yaratmadı kii; din-devlet işlerini harmanlayıp, taraflı özgürlük anlayışıyla
halkı yönetmeye kalkmayı pek akıl edememişlerdi. Yapmaya kalkan da çabuk vazgeçti.
Sam amcayı kızdırmadan, milletin suyuna-sabununa dokunmadan, birbirlerinin
kirli çamaşırlarını kurcalamadan siyasi siyasi atışır görünüp; varlıklarını
sürdürmüşlerdi. Önemli ayrıntı; yine o vakitler meşhur tatil köyü Fet-Club
ülkede hatırı sayılırlar arasında bu kadar popüler değildi. Aynı zamanda TSK’yı
oluşturanların kükremesinden de tırsmıyor değillerdi. Zira birçoğu bu
kükreyişlerden nasibini almış, uzun süren sessizliğe gömülmüş, siyasi
oyunlarına ara vermek zorunda kalmışlardı. Şimdilerde trend olan Küba’nın nasıl
da kapitalizme direndiği ile ilgili görsellere ulaşmak da bu kadar kolay
değildi. Sam amca aptal mı? Bizim gibi hormonlu meyve- sebzeyi mideye indirip,
üstüne de iki porsiyon baklavayı çekip insülün direncine yenik düşmüyor elbet.
Petrol ve madenden fakir; taşı-toprağı altın diye adlandırılmayan, iki yakayı
bir eden boğazları olmayan Küba’ya elleşip ne yapsın? Direnişti, ambargoydu
filan diye eyleşip gidiyorlar…
İstisnalar kaideyi bozmadığı için, dedim ya; yok aslında
hiçbirinin birbirinden farkı. En belirgin farkları evvelden başa geçenlerin
evlatları ‘leb demeden, leblebiyi’ anlardı…
Sumru Karabaş Kazdağ
1 Şubat 2014 Cumartesi
Başka var mıdır, bir ben miyim, bilmiyorum 4-5 yaşında aşık
olan… ilk aşk! Ve ömür boyu süren bir aşk! Çocuktum, küçücük. Televizyona
çıktığında koşup ekranı öpermişim, öperdim. Yarım yamalak hatırlıyorum. ‘Sarı
Çizmeli Mehmet Ağa’ tamamını ezberlediğim ilk şarkısı. Sonraları İtalyanca ve
Fransızca şarkıları dahil hepsini ezberledim, hala ezbere hepsini bilirim. Ona
duyduğum aşkın yanında bir şey midir, sanmam… Ergenliğimi de onun hayaliyle,
ona duyduğum aşkla geçirdim. Odamın duvarları onun sözleri, resimleri ile
kaplı. Sabah uyandığım ilk an, yatağımın ayakucunda asılı dev fotoğrafındaki
gözleriyle göz göze gelirdim. Bilerek asmıştım posteri oraya. Güne onunla
başlamak için… Onun yeri, kalbimde, ufacıkken kaybettiğim babamın, hiç olmayan
ağabeymin, hatta sevgilimin yeriydi. Hayatta gereksinim olan herkesti benim
için. E tabi bir gün ergenlik de bitti. Yeryüzünde kaç insan vardır koca
kızken, bir gün mutlaka onunla evleneceğinin hayalini kurabilen? Ben öyleydim.
Ben bir gün mutlaka onunla evlenecektim. Olmadı sekreteri olacaktım, o da
olmadı hizmetçisi… İşin niteliği değildi benim için önemli olan. Önemli olan
onun yakınında bir yerlerde olmaktı. Denedim de üstelik. Bir Pazar gazete
ilanında sekreter aranıyordu Barış Manço için. İngilizce, Almanca tamamdı. Ama
İtalyanca ? Cesaret edemedim ilana başvurmaya. Onun tarafından gelecek menfi
bir cevaba hiç hazır değildim. Hiçbir zaman da hazır olmadım. Aşkı tarafında
refüze edilmiş hissiyatını kaldıracak olgunluğa hiçbir zaman erişmedim. Yıllarca
her akşam etüt odalarının camlarında, onun evine gelişini; her sabah evinden
çıkışını bekledim. Bir el sallayabilmek için. Bana bir el salladığını
görebilmek için. Öpücük gönderdiği günlerim bile oldu. Sonra bir cesaret evine
gittim. Yanılmamıştım; inanılmayacak boyutta alçakgönüllü. Kütüphanesinde bizi
ağırlayıp, limonata ikram edecek kadar, espriler yapacak kadar. Ekranda nasıl
görünüyorsa öyleydi. Ne eksik, ne fazla…
İsmimin anlamını bilmediğim için sitem etti bana. Koca kütüphaneden
indirdi sözlükleri buldu. Sterna Hirundo, Latincesi. Martı cinsi. Artık
biliyorum, 27 yıldır ismimin anlamını bilerek yaşıyorum sayesinde.
Ben Barış Manço’yu çok sevdim. Beni tanıyan, benimle
arkadaş-dost olan, yakınımda yöremde olan hemen hemen herkes bu sevginin
büyüklüğünden etkilendi diyebilirim. Onlarda benimle birlikte sevdiler. Yıllar
yılı herkes,onunla ilgili fotoğraf, makale, kaset, plak ne varsa taşıdı getirdi
bana. Ama benim için içlerinde en kıymetlisi evine gittiğim gün, kendi
elleriyle imzaladığı fotoğrafı. (kuşum boncuk en altını yemiş olsa bile)
Ölüm yıldönümünde adet edindim onun için bir-iki kelam
etmeye. Ben onu ölmüş kabul etmiyorum aslında. Barış Çelebi ya o, gitti yine
bir yerlere, belki de bu kez dönmemek üzere
7 Aralık 2013 Cumartesi
o çiçek...
Sevgin içimde
Bir çiçek
Sen sevdikçe
O Büyüyecek…
Ya her gün
Gönül şerbetinden
Bir damla düşecek
Ya da
Yazık
Buz gibi yürekte
Çürüyecek bu çiçek.
Elbet biziz
Mevzu bahis
Mazidekiler silinmiş
Meçhul geleceğimiz
Bu günü
Yarına eriştirmenin derdindeyiz.
Bugünden yarına
Yarından uzağa
Düşmeden tuzağa derken
O çiçek
Kim bilir daha kaç filiz verecek…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)